içime bakıyorum

İçime bakıp duruyorum. Nerdeyim diye. Ama bulamıyorum kendimi. İçimden geçenleri dışarıya söyleyemiyorum. İçimde patlıyor birer kanser hücresi gibi. Şövalye olsaydım keşke 10. ya da 11. yüzyılda. Daha az eşya, çok daha az kişisel eşya ve yollarda bir yaşam. Kimim kimsem olmadan. Konuşmadan belki de günlerce geçen... sesini duyduğunda şaşıracağın kadar uzun bir süre sessiz kalmak. Sesine yabancılaşmak. Sadece bir kenarda oturup kalmak. Vurduğun yerden gelen seslerin tınılarını anlamadan yaşamak. Eline yapışan bir makine ve iki baget istiyorsun. Sesin olmadan yürüyüp gittiğin yollarda. Gözünün baktığı bir vizör. Çekilen hayatlar, çekilmeyen hayatımın içinde. Bu hayat çekilmiyor diyenlere göstereceğin kareler olsun. Ama seninki de çekilmiyor, o ayrı. Sonsuz bir ironi patlaması içindeki. Konuştuğunda hep espri yapmaya gereksinim duymak ev dışında. Ve evde sessiz kalmak hayat boyu. Bir şey yaptığında sevilmek. Yapmadığında yok sayılmak. Dokunulmayan insan büyüyemez, gelişemez ve düşünemez. İnsanlar dokuna dokuna anlaşır. Dokunduğun çiçek ölür derler. Dokunmadığın insan da ölür. Dokunmadan yaşanır mı? Kalpten dokunmadığında dokunmuş sayılmazsın hiç. Acıtan ellerin dokunuşu. İçini hissetmek hayatın. İçini görmek ve dokunmak ona.

5 Kasım 2010 Cuma

sabuk


Neyle örtmek istersin beni
Dedi gece
Işığımı kapatmak için,
Kendisine acıyla bakan atlasa.

Sen
Dünyayı sırtına aldığın günlerden beri mi maviydin,
Yoksa sonradan mı sunuldu sana bu renk
İnsanoğlu tarafından.

Acıyla önüne baktığın her gün
Geldiğin ve gittiğin umarsız.
Gözünü kaldırmadığın sokaklar.
Bakmadığın ışık hüzmeleri.
İçini çektiğin zamanlar
Acıyı kurduğun içinde büyüyen
Kurduğun ve çıkarmadığın bir nefesin sonuna verip
Mor bir kıvılcım görünür kenarda
Işığın her oynayışında sever seni
Bir huzur ışığı
Hep gelir ve kalır damlalar
Bir türlü dökülmez hayatın damarına
Kandan daha değerlidir çıkmaz
Uzamaz ip gibi akmaz ve kalır düğümlenir sanki
Sen kaybını görürsün nereye baksan
Uzayıp giden çağrıyı
Bittiği noktayı
Başlanmamagıç noktasını
Gelmemiş her şeyi
Başlamamış çabayı
Patlamamış narı
Kapı önüne
Hiç olmamış hiç yer etmemiş hiç köpürmemiş hiç boyamamış kırmızıya
Narı görürsün
Göğsünü gere gere bakışı
Kaçırırsın
Kaçmış
Yakanlamak için hiç durmayan
Kaçmış
Kaçırırsın
Uzar gider

--

Silik bir bakışla
Kutsadı beni
Tahtının en üst noktasından
Üstüme basan
Bir ışık kalıntısı
Sabit bakışlarla beklediğim hermesin
Karanlıklar prensinden getirdiği bir atkıydı sanki
Kahverengi çizgileri boynuma dolanan
Acıtmayan yakmayan ısıtmayan kopmayan bir haykırış o çizgiler
Kahvenin her tonunu – aromasız – duyumsatan bir kir sanki.
Hissetmiyorum
Hiçbir şey hissetmiyorum çanaktan doyasıya da içsem zehirinden
Ahu gibi geliyor
Hissetmiyorum acısını
Umutsuzluğunu
Hırçın bakışları içime işlese de
Hissetmiyorum
Vurmuyor beni
Vurmuyor
Çakmıyor beynimde şimşekler
Bıraktım sanki
Bıraktım o acının kollarına kendimi
Hissetmiyorum ki
Donuk bir öpücüksüydün dudaklarımda
Üst dudağımın hafifçe hissettiği
Ama uzayıp giden çaresiz bir tren gibi
Dokun ve bırak
Bırak ve dokun
Ve tekrar bırak
Nereye kadar
Burada durmuş muydu o tren
Ben mi duymadım çağrısını
Beynimde çaldı sandım
O çan sesleri
Onun son çağrısı mıydı yoksa
Bilemedim
Bilemedim beni beklediğini
Bekler gibi yaptığını
Aslında orada hiç olmadığını
Uğramadığını bizim duraklara
Uğramadığını sonsuz boşluğa
Uğramadığını sabun gibi köpüren zamana
Uzayıp giden
Bitmeyen vagonların treni bu
Bitmeyen
Yola çıktığında
Son durağa varan bir tren
Yolda mı
Hep garda mı
Başında ve sonunda
Sonunda ve başında
Bekle beni
Seni almaya geldim
Ama ulaşacağın yerdeyim aynı zamanda
Sen gitmiyorsun hiçbir yere
Ben gittim
Gittim ve dönmedim oradan
Yanındayım aynı zamanda


--

bazen
o sümüksü sıvının içinde olanlar ürkütüyor beni
inanamıyorum oradan çıktığına okuduklarımın
inanamıyorum
bunu ben mi yazmışım diyorum
ben mi düşünmüşüm
neredeymişim ben o zaman
bunu düşünürken
neden burada değilmişim
farkında değilmişim diyorum
geçmiş zamanın acısını duymak fena
geçen zamanın yittiğini görmek acı
geçsin
ama yitmesin zaman istiyor insan
geçsin
ama hep aynı kalsın
geçsin ama uzamasın kulaklar
çekiştirilmesin burunlar
yanaklar sarkmasın hiç
geçsin ama hatırlansın
hatırlansın ama geçsin
bitmesin

--

sen
geçip giden zamana üşüyordun
öyle hatırlıyorum
20 yıl önceydi sanırım

şimdi
zamanın ateş bastırdığını duyuyorum
yanaklarından

sen
sırtında hiç taşımazken
değmeden geçerken aslında
ne üşüyordun
ne de şimdi yanıyorsun

sanalı bilmeden
sanal yaşıyordun
20 yıl önce

sanal çıktı
öğrendin onu
bilmeden gerçekleri

uçmadın hiç
nefessiz kalmadın
dalmadın derinliklerine
dünyanın
çalmadın
hayır çaldın
en çok zamanı

bitiremedin

--

İçinde
Oraya
Buraya
Çarpıyorum
Sarsak
Bedenin.
İçinde
Yitik
Bir
Zürafa
Gibiyim.
İçinde
Aşkı
Unutmuş
Bir
Zebra
İçimde.
Dokunmaya
Üşüyorum
Geceler
Boyu.

--

Bir nokta koy buraya. Mim olsun. Nim olsun. Olsun işte bişey. Damarlardaki kafein koysun adını. Uyutmayan burgular yükselsin karnımın tam ortasından. Tam ortasından yükselsin karnımın. Gelsin. Yöntemi neyse anlatsın bize. Bize, size, kimseye. Kimse ol. Ki öylesin. Ol. Ki ölesin. Ki ki. Kiri ki. İki. İkiyüz iki. Adım. Basamak. Kadim. Geri. İleri besleme. Besmele. Bilmediğim.

--

O tempoyu veren
Benim elim.
Tıkırdayan
Ve sinir eden bakanları
Benim elim
Bir ve iki
Ve üç ardından
Ve bir yine
Ve iki ve üç
DUR
Demek isteyen
İki göz var üstümde şimdi
DEVAM
Diyor kıvrımlar arasındaki
Elektrik atlamaları

--

Aşağıya
Yavaşça inebilmek için
Birden bire yukarı çıkan
Saçma bişey aslında
Paraşüt

Seni çeker mi
Dersin?

Alınma sakın
Sana verdiğim acıyı
Ufala bakalım
İki parmağının arasında
Ama iyi seç o parmakları
Sonra yanlış olmasın

Biri baş parmak olsun istiyorum.
Hani o çocuk şarkısında ilk bahsedilen parmak.

Nerdesin?

--

Hüzün yok
Dedi bir süredir.
Yok.

--

Bir tık
Bak
Ve kapat
Bir tık
bak ve kapat
ve bak
ve kapat
sıkıcı
sıkıl
sıkıldın

--

bir zilin içinde olduğunu hiç düşündün mü? Bir zilin içinde, vurulmayı bekleyen. Vurulduğunda çınlayan sonsuzluğa. Azalarak giden ve hiç bitmeyen azalmaya devam eden ama bitmeyen azalan ve azalan ama bitmeyen bir çınlamanın içinde. Bitmeyen. Sadece tek bir vuruşla başlayan ve bölünerek giden ama bitmeyen bitmeyen çığlığın orada olduğunu hep bildiğin. Bazen duymadığın ama bildiğin ve sessizlikte aklına geldiğini bildiğin ve şu anda şaçmaladığına emin olduğun ama bitmediğine adın gibi emin olduğun. Kalıplardan nefret edip kalıpsız yazamadığın. Kalıplardan başka bir şey bilmediğin. Zil.

--

kuşa bakan bir gergedan geldi aklıma. Kuşa şaşı bakan bir gergedan. Şaşı bakma nedeni, kuşun gergedanın boynuzunda olması. O kadar yakından şaşı bakılmaz da ne yapılır ki? Gergedanın boynuzuna oturmuş kuşun fütursuzluğu. Oturduğu yerin tehlikesinden habersiz. Tehlikeli mi peki? Belki de değil. Küçük kuşa bu kadar yakın olup da hiçbir şey yapamamak ne acı. Kuş rahat, ama en küçük harekette pırrrr. Yani gergedan kafasını hafif çevirmek istese, orada kuşu bulamaz.

--

Vurduğun her nokta kalp atışı aslında. Araları süsleyen bir kadın sesi, ifadesiz. Mutlu etmeyen. Karıncaları hissetmeden. Çocuk. İstiyorum yine. Çocuk. Dinginliğim. Bir şey yaptığıma inandığım olay. Gerçek sıkıntı. Çare. Çaresizlik. Beklenti. Umut. Sabır. Kendin için bir şey yapmıyorsan, hiçbir şey yapmıyorsun. Sahip olmanın anlamsızlığını duyumsamıyorsun. Sürekli bir sahip olma hissi, hiçbir şeye sahip olmadan. Sana ait olmayanların sana ait olmayacağını biliyor musun hiçbir zaman. Ait olmadan da olunabileceğini biliyor musun? Bilmek istiyor musun? Senin olmasın ama orada olsun. Sana ait olan bir beynin olsun, yeter. Sana ait düşüncelerin olsun. Analitik bir düşünme yeteneğin olsun. Hayır diyebilen. Çekip gidebilen gücün olsun. Daha ne istersin ki. Sana verilecek üç kuruşun artı değerine hizmet etmelisin bu hayatta. Ne yaparsan yap öyle mi peki? Umutları tüketmeden olmalı bunlar. Pelteyi beyne dönüştüren hareketi yapmak için 43 yıl bekledin. Şimdi tam zamanı. Bırakmanın gücüne inanmalısın. Bırakmanın yeniden başlamak olduğunu, arınmanın yenilenmenin en önemli kuralı olduğunu, yapmak istediklerinin hayatın boyunca, yapmadığın sürece boynundan düşmediği bir hayat ister misin? Seni gerçekten sevenlerin olduğu bir dünyadan bahsediyorum. Sen bir şey yaptığında işe yarar, sevgi artıyor. Sen hiçbir şey yapmadığında, kimse seni olduğun gibi sevmiyor. Bu benim için mi geçerli. Yoksa ne olursa olsun insanlar birbirlerini seviyorlar mı? Bence seviyorlar. Bu bana özgü bir şey galiba. Durup dururken sevilmiyorsun. Ne annen ne de baban tarafından. Ne karın ne de kızın tarafından. Güldürürsen seviliyorsun. Zamanını verip oyun oynarsan seviliyorsun. Ödemelerini yaparsan seviliyorsun. Hiçbir şey yapmadığında sevilmek istiyor musun peki? Evet. Seni sevdiğim için, sesini duymak için aradım denmesini istiyorsun. Durup dururken dokunulmak istiyorsun. Nedensiz. İstek duymadan sarılınmak istiyorsun, amaçsız. Bunlar senin bir şey yapmana engel mi peki? Belki? Kaçma! Kaçış her zaman mümkün çünkü. Bahane bulmaktan kolayı yok. Anlatmamak çözüm mü? Değil. İçinden geliyor mu? Hayır. O zaman bir çözüm yolu bulmalısın. Olmalı bir çözüm yolu. Bırakmak mı? Neyi? Her şeyi mi? O zaman bacağımın uyuşması geçer mi ki? Her akşam üstü çektiğim gaz sancısı. Midemi buran umutsuzluk. İçimi karartan utanç ya da ona benzer bişey

--

İçim ayakta.
Huzur en son ne zaman
Uğradı bu limana,
Bilmiyorum
Ayakta içim.
Şakülü kaydı hayatın.
Listem karıştı.
Öncelikler kavruldu.
Ne yapıyorum?
Dediğim anlar arttı
Şu hayatta.
Yalanlar çok.
Yalanlar heryerde.
Yalan karşımda oturuyor.
Yalan hemen solumda,
Camın arkasında.
Bıdır bıdır yalanlar.
Nedir olay?
Bende de var yalan.
Dolan.
Kim biliyor?
Bilen.
Onları herkes biliyor.
Onlar bilmiyor mu sanki?
İçim ayakta.
Sıkıntı üstte.
İçimde sızıntı.
Tekrardan ibaret olabilir mi hayat.
Hep tekrar.
Devamlı tekrar.
Aynı.
Tekdüze.
Aynı filmler
Copy paste.
Aynı laflar.
Copy paste
Copy
Copy
Paste
Paste
Paste
Bir tekrarın döngü kıvrımları
Bir tekrarın içindeki her şey
Kimim ben?
Bacak sallanır.
El dayanamaz
Tıklar ve girer.
Tıklar
Devamlı tıklar
Ve girer
Ve girer
Ve girer
Sonuç?
Hiçbir şey.
Gidiş geliş
Aynı görüntü
Aynı yürüyüş
Aynı hareketler
Aynı öpücükler
Aynı sözler
Aynı
Aynı
Aynı
Noktayı koy.
Koy noktayı.
Bitirmek bu kadar zor mu.
Koy o noktayı.
Ve başla
Başlamak istediğin yerden.
İstediğin sorudan başla.
Soru atla.
Yaşamı atla.
Uzun bir adım at.
Ve başla.
Oradan.
Derdin kimseyle değil.
Derdin hayatla.
Derdin beyninin içiyle.
Derdin durmayan ellerinle.
Derdin mayışık beyninle.
Sen eskiden ne derdin?
How
How to make
Which side?
what kind of side?




--

hayatını kendisiyle dolduramayan




fotograf ayıklamadır


Fotograf ayıklamadır, dedim önce. Sonra düşündüm de, sanatın tamamı ayıklamadır. Üstümüze üstümüze gelen her şeyin arasından göstermek istediklerimizi, anlatmak istediklerimizi, bizim gördüklerimizi, anlatmasak bile bir kenarda durmasından hoşlandıklarımızı seçmektir. Her şey ayıklamadır, öyle baktığında. Hayat da bir ayıklamadır. Ayıklama kelimesini, seçmek ile eş anlamlı kullanıyorum burada. Tercih yani. Tercihlerimiz bizi biz yapmaz mı zaten. Ayıklamalarımız yani. Ayıklamaları ayık kafayla yaptığımızda doğrudur. Kiminin ayıklamaları ise sarhoş kafayla doğrudur. Doğru demek yanlış olur. Kimi ayıklamalar sadece güzeldir, kimi doğrudur, kimi yanlış, kimi çirkin. Ayıklama ayıklamadır. İşte o kadar. Ayıklama yapamayan hedefsizdir. Hedefi olmayan ayıklayamaz. 

ne öğrendim


“artık bir şeyi de öğren cumhur ağbi. Zamanın geçiyor” sürekli okumak ve yeni bir şeyler öğrenmek istememle ilgili bir cümle bu. 30 yaşına yeni girmiş bir reklamcı tarafından sarfedilen... o olmuş. Bitirmiş her şeyi. Artık üretiyor. 43 yaşındaki bir insanın hala öğrenmeye devam etmesini anlayamıyor bir türlü. Kitap? Yok hayatında. Belki sadece mesleki olanlar. Onunla bununla konuşurken “onu okudum” diyebilmek için... belki de sadece popüler romanlar. Bilemiyorum. Elinde hiç görmedim. Etkinlik yapmak istiyor. Çünkü yalnız. Bir şeylerle hayatını doldurması lazım. İnsanlarla, etkinliklerle. Kendisiyle hayatını dolduramıyor çünkü. Bilmiyorum, hangisi doğru? Belki de o doğru. 

internet


İnternette yazın bıraktığın yerde duruyor. Uzay boşluğunda bir göktaşı gibi. Kimse fark etmezse yüzyıllar boyunca kalacakmış gibi. Sen gidip bakmazsan, bir gün, bir internet gezgininin birinin yolu düşmezse; google’ın savurmasıyla, kimsenin bilmediği o yazı, kimsenin okumadığı o blog oralarda kalacak. Ya sürekli kontrol, bitmek tükenmek bilmeyen, biteviye tıklamalar. Sürekli bir bakış. Ne oldu? Niye oldu? Kaç kişi girdi? Gün ve izlenme oranı. Saat ve izlenme oranı. Dakika ve izlenme oranı. Saniye ve izlenme oranı. Takıntılar silsilesi bu internet. Takıntılıların bir arada olduğu, aslında bir arada olmayıp, olurmuş gibi yaptığı yer. Sanal bir kişiye dönüşmek istemiyorum. Ben kimim? Cumhur mu? Cumhurersoz mu? Djembe mi? Kimim ben? Bir ekranın önünde bütün gününü geçirmek. Yazıların, eğlencelerin, seksin bile burada mı? Nerede? Bir blog aç ve unut. İşte sanal çöplüğe senin bir katkın. Aç ve unut. Bir daha girme. Ama o orada. Var mı peki? Var ya da yok. Sahipsin ya da değil. Buradan konuş, haberleş, haberleri al, protestonu yap ve rahatla. Sakinleş, strese gir ve daha neler neler. Bırak artık bu sanallığı. Bırak.